YAZARLARIN İSTANBUL'U • NEŞE MESUTOĞLU
İlber Ortaylı’dan Ara Güler’e, Sunay Akın’dan Muazzez İlmiye Çığ’a kadar birçok kıymetli ismin eski İstanbul’unda yaşamak ister miydiniz? Ben şimdiki zamanımı o zamanlarla takas edebilecek kadar çok isterdim. Henüz betonlaşmamış, kültürü yıpratılmamış yeşili bol, mavisi temiz bir İstanbul şimdilerde neredeyse ütopya gibi. Hayalini kurduğum huzurlu yaşam onlarca yıl ötemde kalmış. Bu sebeple biraz üzücü bir okuma oldu. Ama her üzen şey kadar da özel.
Kitaptaki diğer isimlere gelince Ahmet Ümit, Buket Uzuner, Semavi Eyice, Hıfzı Topuz, Emre Kongar, Çetin Altan, Aydın Boysan ve Artun Ünsal. Birbirinden değerli ve İstanbul aşığı 12 isim. İçlerinde daha önce adını hiç duymadıklarım da var yıllardır hayran olduklarım da. Semavi Eyice’nin ismini vefatıyla beraber öğrendiğim için tanıyor sayılmam, Artun Ünsal ise ilk kez kitapta karşılaştığım bir isim. Kitaplarını okuduğum, fotoğraflarına hayran olduğum, masallarını dinlediğim isimler bir arada olunca kitap benim için bambaşka bir hal aldı. Sadece eski İstanbul’u değil onların gençlik anılarını dinlemekte çok keyifli ve özeldi.
Bir hayalimden bahsetmiştim. İstanbul’u en başından, sokak sokak arşınlamak, taşını toprağını iyice zihnime kazımak istiyorum demiştim. Bu hayalim için en büyük destekçim elbette kitaplar olacaktı. İlk seçtiğim kitapta bu isteğimi perçinlemek açısından çok önemliydi. Nitekim öyle de oldu, onların anılarına uzanan bu yolculukta İstanbul’a dair özel yerler, yaşamlar keşfettim. Kimiyle Marmara Denizi’nin mavi sularında serinledim, kimiyle bir masada oturup tadına doyulmaz sohbetler ettim, İstanbul’un eski sokaklarında çocukluğumun izini sürdüm.
Neşe Mesutoğlu’nun röportaj yapmak için kapılarını çaldığı isimlerle yaşadığı minik anekdotlar da benim için ayrıca çok imrenilesi bir durumdu. Okumak bu kadar güçlü etkideyse canlı dinlemek çok daha farklı bir heyecan ve değerde olmalı. İnsan ömrüne kaç tane böylesi kıymetli an sığar ki?
Yazar, gazeteci, tarihçi, fotoğrafçı, profesör farklı mesleklerden, farklı memleketlerden 12 isim, ortak sevdası İstanbul’un kanatları altında buluşmuş, bize Ona dair bambaşka pencereler açmışlar. Açtıkları pencerelerden bir çocuk gibi meraklı, yarı belime kadar sarkarak baktım. Ayaklarım yerden kesildi. İstanbul, hepsini de ayrı yerlerinden sarıp sarmalamış, tıpkı milyonları kucakladığı gibi. Hep cömert.
Siyah beyaz İstanbul fotoğrafları gibi içimi ısıttı saman sayfaları. Satırların altını çizerken İstanbul’u incitmek düşüncesi gelip yerleşti kalbimdeki en iyi bildiğim yere. Bir şehri yok etmek için gerçekten sadece savaş mı gerekli?
Peygamberlerin, imparatorların övgü dolu sözlerine muhatap olan şehrin kapısında bir yabancı gibiyim kitabın kapağını aralarken, henüz numarası bile konmamış sayfanın üzerinde,
‘’Dünyanın tek bir başkenti olsaydı, İstanbul olurdu.’’ Yazıyor italik harflerle. Napolyon Bonapart’ın meşhur sözleriyle giriş yapıyorum kitaba, sayfalarından İstanbul’un sokaklarına açılan, boğaza kavuşan cümlelerin ortasındayım. Birazdan İstanbul’a karışacağım. Tarihi yarımadanın tarihini yaşamış insanların yanı başında, onların anılarının içinde kendi İstanbul’umu arayacağım.
İstanbul’u dinlemeye başlayacağım.
İlk isim Ahmet Ümit, O bir aşık. Konu İstanbul olunca… Böyle bahsediyor Neşe Mesutoğlu ondan hemen paragraf başında. Kitaplarının çoğu İstanbul’da geçen Ahmet Ümit, İstanbul’u mucizelerle dolu diye anlatmaya başlıyor. Onun bölümünün başlığının ismi de ‘’İstanbul Dişi Bir Kent; Aldatan ve Cömert’’ devamında hem şefkatli, hem canımızı yakan diyor. Tüm gizemi burada, ondan vazgeçemiyorsun, bir şekilde seni kendisine bağlıyor.
Ahmet Ümit’in bir söyleşisine katılmıştım. Gerçekten İstanbul’u yaşayan biri, bir yakını kadar tanıyor onu. Beyoğlu’nun Güzel Abisi’ni okumuştum sadece Ahmet Ümit’in, o vakit Tarlabaşı’na gitsem adres sormadan bulabilirdim istediğim yeri, öyle bir his vermişti. Muhtemelen diğer kitaplarında da durum aynıdır. İstanbul Onun için vazgeçilmez bir dekor. Kitaplarında mekânı hep İstanbul. Sayfa aralarından şehrin sesi yükseliyor. Ahmet Ümit neden İstanbul sorularına yanıt veriyor kitapta. İstanbul’un sokak aralarına uzanıyor, Müzeyyen Senar şarkısı açıyor boğaza karşı kurduğu rakı sofrasında. İstanbul’un rengi erguvandır diyor, ondan da bir demet iliştiriyor masasına.
Asıl meselenin ‘İstanbulluluk’ ’bilinci olduğunun altını çiziyor. Gaziantep’ten İstanbul’a okumak için gelen henüz 18 yaşında bir delikanlının memleketine döndüğünde İstanbul’u inanılmaz özlediği anda başlıyor bu bilinç. Kanıma girmişti bir kere İstanbul diyor, koşa koşa geri dönüyor. Doğduğu yer Antep ama aslı İstanbullu oluyor.
Sonraki isim, Buket Uzuner. Kendisi Kuzguncuk’u ne güzel anlatır Kumral Ada Mavi Tuna’sında. O zamanlarda Ada isimli çocukların müsebbibi de kendisidir, Mabel Matiz’e adını veren de odur ayrıca.
Yabancı birine İstanbul’u nasıl anlatırdınız? Sorusuna verdiği ‘’İstanbul dünyada içinden deniz geçen tek şehir’’ yanıtıyla beni büyüleyen isim de ta kendisidir.
Sadece İstanbul’un değil belki de dünyanın en güzel şehir tanımını yapıyor,
‘’Yani beni İstanbul vapuruna koyun, yıllarca Asya ile Avrupa arasında gidip geleyim!’’ kurduğum tüm cümleleri verip yerine sadece bunu alabilir miyim? Ben hayatımda hiçbir şeyi böyle kıskanmadım.
‘’Dünyanın En Eski Metropolü’’ başlığın altında hemen o isim dikkat çekiyor. İlber Ortaylı. Hiç soluk almadan başlıyorum üçüncü bölüme. İstanbul’a ‘’doğru’’ bakmak nasıl mümkün olur?’’ sorusuna yanıt veren İlber Hoca daha ilk sayfada beni mat ediyordu. Bir şehri tanımak için önce ona nereden, nasıl bakmak gerektiğini bilmek lazım değil miydi?
Çevre bilincinin nasıl kazanılacağından, İstanbul’un coğrafi ve tarihi yapısının nasıl bozulduğuna kadar birçok sorunun cevabını veriyor. En sevdiğiniz semt, kitapçı sorularına ‘’kalmadı’’ diye verdiği yanıt bugünümüzü en acı şekilde açıklıyor. Lüzumsuzca, hoyratça. Cümlelerini okurken sık sık tekrarlıyorum.
Saraydaki odasında gerçekleşen görüşme esnasında ünlü tarihçi Topkapı Sarayı hakkında fikirlerini de paylaşıyor.
İlber Hoca’dan sonra Sanat Tarihçisi Prof.Dr. Semavi Eyice ile İstanbul’un tarihöncesi zamanlarına yolculuk ediyorum. İstanbul’un o zamanlardan bugünlere kadar stratejik önemini anlatıyor, tarihi eserlerini yorumluyor, Bizans adının nereden geldiğini açıklıyor. Kısa bir İstanbul Tarihi okuyorum doya doya. Roma, Bizans, Latin, Cenovalılar ayak basan kim varsa İstanbul’a bahsediyor.
Sonra zaman Menderes dönemine geliyor, kaybolan tarihe ışık tutuyor. O dönemde yıkılan eserlere tek itiraz eden bendim diyor.
İstanbul’un mahallelerine girip meydanlarına iniyor ardından. İstanbul’un karakterini meydana getiren küçük meydancıklar, sokaklar… Oralarda küçük bir camii, çeşmenin yanında bir kahvehane, orayı gölgeleyen bir iki ağaç… Bunların hiçbiri şimdi yok. Koca koca çınar ağaçlarını kestik. Muhafaza edilseydi kıyamet mi kopardı? Diye serzenişte bulunuyor.
‘’Kuşatmalara Dayanan Kent’’ cahilliğe, hoyratlığa ve açgözlülüğe dayanamıyor. Gözümüzün önünde eriyip gidiyor, karakteri yok ediliyor. İstanbul gelecekte nasıl olacak? Semavi Eyice, ümitsiz…
İçim ezilerek sayfayı çeviriyorum.
Karşıma ‘’BENİM ULAN İSTANBUL’UN SİMGESİ’’ diyerek iç sesime kulak veren Ara Güler çıkıyor. En sevdiğim yazarların en güzel portrelerini bana hediye eden adam aynı zamanda benim için.
İstanbul’u o çok anlattı fotoğraf karelerinde, biraz tanıyorum. İstanbul’u sevmek için yazılan şiirleri de anlamak gerek diyor. Bir şeyi sevmek demek onun şiirselliğine girmek demek. Onu anlamak ve kokusunu almak demek. Fotoğraflarına bakarken şiir duymak da bundan, anladım.
Huysuz hali aynı. Tatlı-sinirli o doğal haliyle cevaplamış soruları. Eski İstanbul’u özlemediğini söylüyor. Yıllar İstanbul’dan her şeyini aldı zaten. Yok, artık diyor. Değişimi kabullenmiş, o zamanlar öyleydi, şimdiki zaman böyle. Bu yanıt beni biraz şaşırtıyor. Böyle bir lafı tüm ömrünü gerçekten ‘’yaşamış’’ biri söyler ancak. Gerçekten yaşamak!
Çetin Altan gerçek İstanbullu kimdir, İstanbul’a nasıl layık olunur cevaplıyor.
Muazzez İlmiye Çığ, eski mahalle kültürünü, müze yıllarını, sevdiği ve kızdığı İstanbul’u anlatıyor. Yüz yıl sonrasının İstanbul’undan ise o da ümitsiz.
Hıfzı Topuz, kentin nüfusunun henüz bir milyon olduğu gençlik yıllarına geri dönüyor. Eski İstanbul’un kültür, sanat ve eğlence hayatını gün yüzüne çıkarıyor. Pazar günleri Florya plajı tıklım tıklım olurmuş. Burada Atatürk’ün deniz köşkü varmış. Onu görmek için halkın nasıl heyecanla beklediğini anlatıyor. Ardından cenazesinin geçtiği güzergahtan tekrar yürüyor ağır ağır.
İstanbul’un yavaş yavaş kaybolan değerleri sayfalara sığmıyor.
Aydın Boysan İstanbul’un en tanıdık ama en yaşanmadık bir perdesini aralıyor. Denizini, balığını anlata anlata bitiremiyor. Çocuklar balık tutmasını bilirdi diye özetliyor başlık Aydın Boysan’ı. Delikanlıların sevdiği kızı alması için 18’li oltası olmasının yettiği yıllar... Ne yenir, nasıl ve kimlerle içilir Aydın Boysan’ın bol kahkahalı sofralarında yanıt buluyor.
Doğduğunda Sultan Vahdettin tahttaymış. Daha o zamanlardan başlıyor anlatmaya.
Artun Ünsal bir lezzet tarihçisi. Osmanlı’dan günümüze İstanbul’un lezzet yolculuğunu keşfe çıkıyor.
Söz Sunay Akın’a geldiğinde bir İstanbul Masalı başlıyor. Kurduğu oyuncak müzesiyle çıktığı hayal yolculuğunu tamamlamış. İstanbul’dan bir şey almaya değil vermeye geldim diyor. İstanbul’un ve Türkiye’nin ilham perileri eksikmiş, müze ilham perisi demekmiş. Müze sayısının azlığından yakınıyor.
Kartpostallardan ve berberdeki posterden tanıdığı İstanbul’a aşık oluyor. Aşık olduğu şehre 10 yaşındayken göç amacıyla geliyor. İstanbul’da doğmamış olmak büyük şans, burada doğanlar hayal edemez bu şehri diyor. Şehrin ara sokaklarına saklanmış çocukluk anılarını sobeliyoruz beraber.
Emre Kongar’ın kızlarına ve öğrencilerine verdiği ‘’mutlaka en azından ayda bir Eminönü, Mısır Çarşısı-Babıali, Tahtakale, Mercan-Mahmutpaşa, Kapalı Çarşı, Sahaflar aksından dolaşmaları’’ tavsiyesini alarak kitabı kapatıyorum.
Orhan Veli ve Yahya Kemal şiirleriyle İstanbul’un sokaklarında yürüyeceğim. Ver elini İstanbul şarkısını mırıldanırken Karaköy-Kadıköy vapurunda, içinden ‘’deniz geçen tek şehir’’e bir çay daha ısmarlayacağım. Bir şehre nasıl bakılır, öğreneceğim. Sonunda tek bir şey diyebilmek için. ‘’Ben İstanbul’la arkadaşım.’’
0 yorum