BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ • NİKOLAY GOGOL
Neredeyse iki yıl olmuş, belki daha fazla. Genco Erkal’ın Bir Delinin Hatıra Defteri oyununa gitmek istediğim süreden bahsediyorum. Bu kadar zamandır yakından takip ettiğim ama sürekli ertelediğim başka bir şey var mıdır? Hatırlamıyorum. Neyse ki geçen ay oyun tarihlerine bakmaktan bir adım ileri gidip kendime şu soruyu sordum:
‘’Gamze, bu efsaneleşmiş oyunu izlemenin mümkün olmadığı gün gelse hayatının geri kalanın da ‘keşke’ demez misin?’’ Cevabını bildiğim soruları çok severim. Ne ‘keşke’ si ya, sadece bu mu?
Sesi susturduktan çok kısa bir zaman sonra artık sadece oyun tarihinin gelmesini bekliyordum. Sabırsızlıkla.
11 Eylül Salı günü nihayet geldiğinde sabah heyecanla çıktım kapıdan. Akşamın olmasını beklerken bir güneş açtı, bir yağmur yağdı.
Dün gece hikâyeyi tekrar okumuştum. Bir kitabın filmini okuduktan sonra izlemek gibi, oyununa da hazırlıklı gitmek mantıklı gelmişti. Oyun sonrası Eda ‘’keşke okumadan gelseydim’’ demişti, ben ise tam aksini düşünüyordum.
Mesainin bitimiyle alelacele attım kendimi dışarıya. Hızla, koşar adım arabaya doğru ilerledim. Tiyatronun sahneleneceği salona ilk kez gidiyordum. Keşmekeş trafikten oyuna yarım saat kala ancak kurtulabildik. Salondan içeri girip, yerimize oturduğumuzda bambaşka bir dünyaya merhaba diyorduk. Artık sayılı dakikalar kalmıştı. Anons yapan kadın sesi ‘’oyunun başlamasına çok kısa bir süre kaldı…’’ diye son uyarıları yapıyordu. Biz ise çoktan perdeye kitlenmiş, aralanmasını bekliyorduk.
Perde ağır ağır açıldı. Sahne muhteşemdi. Gözlerim kamaşmış, ‘’Sahnenin tozunu yutmak’’ deyimi aklıma gelmişti. O an, böylesi baş döndürücü çok az şeyin olduğunu düşünüyordum. Genco Erkal, iki üç saniye içerisinde sahnedeydi, ben henüz gördüğüm düşten pek ayılabilmiş değildim. Sahnenin dekorundan sonra Genco Erkal’da bir tokat attı yüzüme, kendime getirmek için değil ama ‘’neredeydin’’ bunca zamandır der gibi. Haklıydı, kitlenmiş bedenim söylediklerinin kanıtıydı.
Sanırım ilk 10 dakika ağzım açık kaldı.
Büyülenmiştim.
Bir kitabın sayfalarını soğuk ekranda izlemek hiçbir şeymiş, zaten oldum olası pek sevmem. Ama tiyatro bambaşkaymış. İvanoviç, gözümün önünde deliriyordu. Mimikleri, hareketleri, tavırları, konuşması… Genco Erkal, İvanoviç’in kimliğine bürünmekten öte, Onun ta kendisi oluveriyordu. Sanki bir sihirbaz karşımdaki.
Aksentiv İvanoviç, dokuzuncu dereceden bir memurdur. Mutsuzdur ve işinden nefret ediyordur. Bir gün patronunun kızıyla karşılaşır ve ilk görüşte âşık olur. Fakat bu aşk tek taraflıdır. Bu durum İvanoviç’i iyice çıkmaza götürür, psikolojisi daha çok bozulur.
Hikâye, İvanoviç’in günlüğü. Biz tüm hikâyeyi birinci ağızdan yani İvanoviç’in kendisinden dinliyoruz. 3 Ekim, günlüğünün ilk tarihi. ‘’Bugün çok acayip bir olay yaşadım.’’ diye anlatmaya başlıyor. Sona yaklaştıkça zaman kavramını da yitiriyor İvan, hikâyesinin başlangıç tarihini biliyoruz ama sona erdiği tarihi öğrenemiyoruz.
Hikâyesinin öncesini de bilmiyoruz.
Anlatmaya başladığı zamandan itibaren tanıyoruz onu yalnızca. Deliliğe kadar giden süreçte yanındayız.
İvan, patronun kızına âşık olduğunda elbette kalbini ılıtan duygularla sersem bir mutluluğa kapıldı. Umutlandı bile. Ama bunun bir hayalden ibaret olduğunu çok geçmeden anlayacaktı.
İvan için sıradan bir gün, perde aralanır aralanmaz kendi odasında beliriyor, homurdanarak anlatmaya başlıyor. Orta yerde bir karyola, onun hemen yanında eski bir masa duruyor.
Şube müdürünün asık suratından bahsetmeye başladığında onu sıradan işini sevmeyen bir memur sanabilirsiniz. Fakat çok geçmeden yolda rastladığı köpeklerin konuşmasına şahit olduğunda onun sıradan bir memur olmadığını anlayacaksınız.
Bu olağanüstü olay karşısında önce şaşkına döndüğünü ardından biraz derinden düşünmeye başladığında normal karşıladığını söylemesi, artık gerçek İvan’ın kim olduğuna dair kafamda dönen sorulara cevap oluyor.
İvan, bulunduğu dairede üstlerinin kalem uçlarını açan, yazıları temiz kağıtlara geçiren sıradan, düşük rütbeli bir memurdur. Fakat işini gözünde oldukça büyütür. Mesleğinin asil bir tarafı olduğunu düşünür. Böyle düşünmesine rağmen diğer memurlardan ve memuriyetten hep bir tiksintiyle bahseder. İvan’ın içsel çatışmasının ilk belirtileri gibi bu anlar.
Sağanak yağmurun altında, eski paltosu sırtında yine memur takımından yakınarak daireye doğru gittiği bir gün. Yanından bir araba geçer ve az ileride mağazanın önünde durur. Arabayı hemen tanır İvan, müdürünün arabasıdır. İçinde onun ayaklarını yerden kesen bir kız, müdürünün kızı vardır. Kendisini görmemesi için hemen paltosuna sarılır, bu eski paltosuyla onu görmesini istemez.
Sarıldığı paltosunun altından mağazanın kapısını gözler, kızın köpeği Meci içeri girememiş, kapıda kalmıştır. Meci’nin başka bir köpekle koklaştığını görür. O sırada İvan bir ses duyar. Bu sesin köpeklerden geldiğini kısa bir süre sonra fark eder. Köpekler konuşuyordur!
İvan bu durumu pek yadırgamaz ve işin aslını öğrenmek için Meci’nin koklaştığı köpeğin peşine düşer.
İşler bundan sonra bir daha normal gitmez İvan için. Müdürün kızıyla ofiste tekrar karşılaşır. Artık iyiden iyiye vurgundur ona. Birkaç gün sonra şube müdürünün onu odasına çağırması ve hesap sorması İvan’ın iç dünyasında bir çatlak daha meydana getirir. Ve kızgınlığı, sitemi ortaya çıkmaya başlar.
11 Kasım günü aklına birdenbire iki köpek arasındaki konuşma düşer. Haylaz köpeklerin aralarında geçen yazışmaları bulması lazımdır. Ertesi gün mektupları ele geçirmek için ise köpeğin evine gider. Kapıyı açan çilli kıza ve şaşkın bakışlarına aldırmaz, odanın köşesinde duran sepete doğru hızla yönelir, içindeki mektupları aldığı gibi koşa koşa oradan uzaklaşır.
Evine geldiğinde mektupları açıp okumak için sabırsızdır. Bütün dönen işleri, siyasi ilişkileri ve niyetleri çözeceğine ve yeterli bilgiye sahip olacağına emindir. Özellikle müdürünün kızı hakkında bir şeyler bulacaktır mutlaka.
Hayali mektupların içinde bir köpeğin el yazısında hayatının en aşağılayıcı cümlelerini duyar. Mektuplarda ondan bir sefil ve hizmetçi olarak bahsediliyordur.
Okumaya tahammül edebildiği en son satırlar müdürünün, kızı Sofi’yi bir general ya da albayla evlendirmek istediği satırlar oluyor. Zaten Sofi’de böyle soylu birine körkütük aşıktır.
Öyle bir şey ki İvan mektupları okumayı bitirdiğinde bir köpeğin yazmış olabileceğini hiç yadırgamıyorum. Hem sayfalarda, hem sahnede. Gogol'un kaleminden, Genco Erkal'ın ağzından dökülen her sözcüğün yaşanmışlığından emin gibiyim. Hayrete düşüyorum ama beni ikna etmekte ustalar.
İvan önce kabullenemez ve hepsinin yalan olduğunu haykırır. Böyle bir düğün gerçekleşemez.
Ve bu olaydan sonra artık İvan’ın durumunun rengi netleşmeye başlar, sorgulaması ve çatışması derinleşir. Sofi’nin evleneceği adamın unvanının ne önemi vardır ki? Onu kim bu sınıfa sokmuştur. Nasıl olmuştur da İvan’a sıradan bir memur unvanı verilmiştir. Belki o da soylu bir kont ya da generaldir. Buna kim karar vermiştir?
Neden İvan sadece bir memurdur? Bunu anlamak ister? Neden?
İvan gün geçtikçe bu çatışmanın içinde akli dengesini iyice yitirir. Bir sabah gazetede okuduğu İspanya tahtının boş olduğu haberinden sonra kendini yeni İspanya kralı ilan eder…
Önceleri İspanya kralı olduğunu saklar, kılık değiştirerek bulvarda dolaşır. İşine de devam etmez, sadece eğlence olsun diye uğrar ve ona söylenen işlere elini bile sürmez.
Tarihleri hatırlamadığı bir gün artık cüppesi tamamen hazırdır. Hala İspanya kralı olduğunu açıklamak niyetinde değildir.
Ama 30 Şubat tarihinde kendini öylece İspanya’da bulur. Ve krallığını sonunda ilan eder.
Kim bilir hangi ayın 25’i. Zalim cellat İvan’ın odasına girer. İvan sandalyenin altına saklanır. Önce memur diye seslenir, sonra İspanya Kralı diye, İvan çıkmaz. Anlamıştır artık ona yine işkence edeceklerdir.
Ayın 25’i, Deliler Hastanesi.
Tarih ay, yıl ve günün anlamını yitirdiği zamanda artık İvan’ın da dayanacak gücü kalmamıştır.
Sınıfsal farklılıklardan, ast üst ilişkisinden ve statülerden dolayı aşağılanmışlık duygusunu o kadar yoğun hissediyor ki İvan, bu durum onun için başa çıkılmaz bir hal alıyor. En sonunda akli dengesini yitiriyor.
Gogol, Bir Delinin Hatıra Defteri’nde dönemin Rusya’sının bir portresini de çiziyor. Soylular ve halk arasındaki uçurumu ve bu durumun sıradan bir memuru yavaş yavaş nasıl delirttiğini benzerine az rastlanır (belki de sadece Gogol’a has) bir üslupla anlatıyor. Eleştirel değil mizahi bir üslupla yapıyor bunu. Gülerken haline içten içe acıyorum İvan’ın.
Gözlerimin önünde deliriyor İvan, elimi uzatıp onu kurtarmak için büyük bir istek duyuyorum içimde.
Gözlerimin önünde deliriyor İvan, elimi uzatıp onu kurtarmak için büyük bir istek duyuyorum içimde.
Gogol, Rusya’da gerçekçilik akımının kurucusu sayılıyor. Kısa bir süre memurluk yapan Gogol’un öyküleri mutlaka kendi hayatından izler de taşıyordur. Kaderin bir cilvesi midir, kendisi de delirerek hayatını yitiriyor.
Sahnede beyaz deli gömleğinin içinde Genco Erkal kendisini ayakta alkışlayan seyircilerini selamlıyor. Çok net değil görüntüsü, gözlerimin ıslak olduğunu anca dokunduğumda elime değen yaşla fark ediyorum.
Birkaç kez tekrarlıyor, o esnada perde açılıp kapanıyor, kapanıp açılıyor. Son selamından sonra perde tamamen kapanıyor ve salon sessizliğe gömülüyor.
Şimdi en zoru gözlerimi sahneden ayırmak.
Salondan ayrılırken alkışlamaktan kızarmış ellerimin sızısını duymuyor, mırıldanıyordum: ‘’ne keşkesi ya, sadece bu mu? Bir yanım eksik kalırdı.’’
0 yorum