KORKU • STEFAN ZWEIG

Korku

Stefan Zweig’i okumaya başlayan biri sanırım art arda iki üç kitabını okumadan başka yazara geçemiyor. Bu durum benim içinde geçerli oldu. Kolay anlaşılır dili, akıcı üslubu ve insanın en derinine attığı duyguları, en gizli hislerini ve düşüncelerini eserlerinde ortaya dökmesi bunda en önemli etken galiba. Savaşta, sıradan yaşamda, hapiste, kadın erkek ilişkilerinde sanki hep oradaymış, tüm olanlara tanıklık etmiş gibi aktarıyor hikâyelerini. Kitapları bir kurgunun ötesinde hepimizin yaşamından bir parça gibi.

Korku kitabında Zweig, evli bir kadının eşini aldatmasından sonra ortaya aniden çıkıveren şantajcı yüzünden yaşadığı korku, utanç ve pişmanlık dolu anlarını anlatıyor. Bir kadının, bir annenin kocasına ve çocuklarına karşı yapmış olduğu bu büyük hata sonucu girdiği ruhsal bunalıma ve içinden çıkmak için verdiği uğraşa şahit oluyoruz.

Genellikle şöyle bir durum okurlar arasında hayretler içerisinde karşılanıyor.  Erkek bir yazar tarafından kaleme alınmış kadın karakterlerin iç dünyasına ilişkin saptamalar ve anlatımlar nokta atışı yapıyor ve iç dünyasını neredeyse bir kadının ağzından dinliyor gibi aktarıyorsa bundan büyük bir övgüyle bahsediliyor.  Bana kalırsa bu durum yazarların kaleminin büyüklüğünden başka bir şey değil. Olması gereken buymuş gibi. Bir erkek, bir kadın, çiftçi, köylü, burjuva, çocuk ya da genç fark etmiyor. Onları büyük yapan tam da bu, karakterlere bürünmeleri. Bir eserin her dönemde okunmasında ve sevilmesinde ayrıca en önemli etkenlerden biri.

Zweig, için de bu hususa ayrıca değinmeye gerek var mıdır? O zaten mükemmel bir gözlemci. Psikolojik ve sosyolojik analizleri her dönemde, her yaşta tekrar tekrar okunası. Bir kadın, bir anne, bir mahkum olması Zweig için önemli değil. Çünkü o cinsiyetlerin ve statülerin ötesinde insanların vicdanına ve iç dünyasına çeviriyor kalemini. Geniş bir okuyucu kitlesine sahip olması da, tüm eserlerinin çok sevilip benimsenmesi de bundan başka bir şey getirmiyor benim aklıma.

Korku, İrene’nin aşığının dairesinden yine bir gün çıkıp her zamanki gibi yoluna devam edecekken bir kadınla çarpıştığı anda başlar. İrene, acemi adımlarla ‘’pardon’’ diyerek uzaklaşmaya çalışır. Fakat kadın izin vermez, sonunda İrene’yi yakaladığını söyler. Ve ardından İrene’nin yüzüne tokat gibi çarpan sözleri patavatsızca sıralar. ‘’Siz namuslu bir kadınsınız değil mi, sözüm ona! Bir koca, onca para ve sahip olduğunuz her şey size yetmiyor, bir de zavallı bir kızın erkeğini baştan çıkarıyorsunuz…’’ İrene irkilir. Karşısındaki kadının cüreti onu şaşkına çevirir. Kekelemeye ve sesi titremeye başlar.

İrene anlam veremediği bu karşılaşma yüzünden yasak ilişkisine nasıl başladığını sorgular. Onu bu çıkmaza sokan sebep neydi? 

Rahat, zengin ve sorumluluktan uzak, güvenli bir yaşam süren İrene bunları kaybetme tehlikesiyle ilk kez karşı karşıya kalmıştır. Daha önce hiç farkına varamadığı güzel yaşamı ellerinin arasından kayıp gidecektir. Bu gerçekle yüzleşen kadın gün geçtikçe kendisini içine çeken dev bir girdabın ortasında bulur. Kurtulmaya çalışır ancak her geçen gün bu girdabın içinde kaybolur.
Yaşamı allak bullak olmuştur. Ve olayların bu raddeye nasıl geldiğini anlamaz bile İrene. Sadece iliklerine kadar hissettiği tek şey korkudur.
Öyle ki bu korku yüzünden eşinin onu affetmeye hazır olduğunu bile göremez. Pişmanlık onu tüm hücresine kadar sarıp sarmalar. Korku, İrene’yi bir zaman sonra tamamen ele geçirir.

Zweig, korkunun bireyler üstündeki etkisini İrene karakteri üzerinden aktardığı kitapta; İrene’nin ruhsal değişimlerini ve gün be gün karamsarlığa düşüşünü, çıkış yolu olmasına rağmen gözünün korktuğu güçten başka hiçbir şeyi görmemesini, intihardan başka çözüm yolu bulamamasını, korkunun yürekleri nasıl ablukaya aldığını, acınası halini, halimizi gösteriyor. Hepimizi İrene’nin kapıldığı bu korku dalgasında boğulacak kadar sahici yapıyor bunu.

0 yorum