BEN, MALALA

Ben, Malala

Malala’nın bakışları üzerimde. Kitap kapağındaki fotoğrafının hemen üstünde şöyle yazıyor, ‘’Sesimizin değerini ancak susturulduğumuzda anlarız.’’ Gözleriyle konuşan bir kız için fark eder mi? diye geçiyor içimden.

Kitabı elime ilk aldığım birkaç sene öncesinde Onun yaşadıklarına dair hiçbir fikrim yoktu. Biraz farklı olarak Malala’nın hikayesini ilk kitaptan duymuştum. Televizyon ya da internet sitelerinden değil. Kendisini tanımıyordum. Ama gözleri, başının üzerindeki beyaz puntolarla yazılmış o yazı ve isminin altındaki açıklama korkunç bir şeyler olduğunu hissettirmişti. Bakışları umut ve cesaret veriyordu ama korku değil.

Malala, Peştu bir kız. Pakistan’ın Svat Vadisi’nde yaşıyorlar. Mingora kasabasında. Cennet kadar yeşil bir yer vadisi. Dağları, gürül gürül akan şelaleleri, berrak gölleri, kır çiçekleri ile dolu arazileri, meyve bahçeleri var. Zaten vadinin girişinde ‘’Cennete hoş geldiniz’’ yazılı bir tabela asılı.

Vadileri öyle güzel, öyle bereketliymiş ki… Cennette bir yermiş.

Ta ki, Taliban vadilerine gelene kadar. Cenneti cehenneme dönüştürene kadar.

Svat, Afganistan sınırındaymış. Rusların Afganistan’ı işgalinden sonra Afganistan’dan kaçanlar buraya yerleşmişler. Cihat fikri beyinlerine öyle yerleştirilmiş ki, mücahit olmuşlar.

Svat Vadisi değişmeye başlamış sonraları. Mücahitler vadinin yeşil rengini kan kırmızısına boyamışlar. Cennet, ölüm vadisi olmuş. Ve halen Malala’nın özlem vadisi.

Malala, isminin hikâyesini anlatarak başlıyor kitaba. İsminin anlamı kederli demek. Ama O kaderini isminin anlamından değil, ona ismini veren bir kadın kahramandan alacak, Malalai. 1880 senesinde İngiliz-Afgan Savaşları’ nın en büyük muharebelerinden biri yaşanıyormuş. Afganistan’da kadınlar İngiliz istilasına karşı savaşan ailelerinin erkeklerine yardım için savaş alanına giderlermiş. Erkeklerinin yenilmek üzere olduğunu gördüğünde tereddüt etmeden birliklerin önüne geçer ve ‘’Eğer savaşırken ölmezseniz, birileri sizi utanç içinde anacak.’’ der. Malalai’nin sözleri orduya büyük bir cesaret verir ve onları zafere taşır. Açılan ateş sonucu kendi hayatını kaybetmiş ama savaş meydanında erkeklerine ilham vermiş.

Savaştan yıllar sonra ismi hala ilham vermeye devam etmiş o bölgede. Malala’nın babası, doğduğunda gözlerinin içine baktığı ve aşık olduğu küçük kızına Onun adını vermiş. Ve evlerine gelen herkese Malalai’nin hikâyesini anlatmış. Kendi kızının da böylesi bir hikâyeye sahip olacağını bilir gibi, ‘’bu çocukta farklı bir şeyler var, biliyorum’’ dermiş. Erkek çocuklarının çok kıymetli olduğu, kız çocuklarının neredeyse hiç önemsenmediği bölgede herkesten farklı, duyarlı ve cesur yetiştirmiş minik kızını.

Ziauddin Yusufzay, Malala’nın babası. Bir öğretmen ama asla sadece bir öğretmen değil. Eğitim sevdalısı ve aktivisti. Bölgesinin geleneklerinin tersine kız çocuklarının eğitilmesi ve mutlaka okula gönderilmesi gerektiğini savunuyor.  Malala’nın hayat yolu da bu şekilde çiziliyor.

Malala’nın kasabasında kızlar kızlı-erkekli okullarda eğitim görüyor, pikniklere gidiyor, müzik ve şarkı dinliyor, yarışmalarını düzenliyor, eğleniyorlarmış. Vadisinde herkes o kadar mutlu ve huzurluymuş ki, Malala’nın babaannesi hep şöyle dermiş:
‘’Hiçbir Peştu toprağını terk etmez ya yoksulluk sebebiyle ya da aşkı uğr4na gider.’’
Sonra Malala bir cümle daha eklemiş babaannesinin sözlerine,
‘’Hiçbir Peştu toprağını terk etmez ya yoksulluk sebebiyle ya aşkı uğruna gider. Ya da Taliban yüzünden.’’

Başlarda hayatları olağan şekilde devam etse de Fazlullah adında bir mollanın ortaya çıkmasıyla Taliban hayatlarına yavaş yavaş girmeye başlamış. Molla Fazlullah radyo yayınlarıyla evlere ulaşıyormuş. Camilerde vaaz veriyor, hoparlörlerle tüm kasabaya dinletiliyormuş. Coşkulu konuşmalar yapıyor, Kuran-ı Kerim’i yorumluyormuş. Bölge halkının çoğunluğunun okuma yazması olmadığı için Kuranı Kerimin anlamını okuyamıyorlarmış. Bu yüzden molla ne derse inanıyorlarmış. Kim günah işlemiş, kim sevaba girmiş tek tek isim vererek söylüyormuş. İnsanların hangi komşusunun günahkar olduğunu duymak hoşlarına gidiyormuş.

Paralarından, altınlarından, bileziklerinden vermiş insanlar. Taliban’ı güçlendirmişler. Onları güçlendirdikçe, kendi hayatlarından vazgeçmişler.

Kocası başka bir ülkede çalışırken Taliban’a cömertçe bağış yapan bir kadına kocası, gece köylerinde bir patlama olup ağladığında ‘’Ağlama’’ demiş, ‘’bu senin küpelerinin ve hızmalarının sesi. Şimdi de broşlarının ve bileziklerinin sesini dinle.’’

Kendi düşüncelerini İslam’ın emriymiş gibi insanlara aşılamaya çalışmış Taliban, güç ve silah kullanarak bunları zorla uygulatmışlar.

Yasakların ardı arkası kesilmemiş, kadınlara burka giyme zorunluluğu getirilmiş, Amerika soyumuzu tüketmek istiyor diye aşı kaldırılmış, CD ve DVD ler toplatılıp meydanlarda yakılmış, daha sonra televizyonlar aynı şekilde.

Sosyal yaşam katlediliyordu. Tıpkı Afganistanlı Khaled Hosseini’nin vatanına olanlar oluyordu. Bin Muhteşem Güneş ve Uçurtma Avcısı yıllar sonra komşu ülkeleri Pakistan’da tekrar yaşanıyordu.

Okullar teker teker kapatılmaya ardından bombalanmaya başlandı. Ve o sene kızların artık okula gitmesi tamamen yasaklanmıştı.

Malala bunların hiçbirini kabullenemiyordu. Kız çocuklarının okutulması yasaktı fakat hastanede kadınlara, kadın doktor ve hemşirelerin bakması şarttı. Kız çocukları okumazsa hastanelerde kadın doktor ve hemşire nasıl bulunacaktı?

Malala ve babası Taliban örgütüne karşı insanları bilinçlendirmek için konuşmalar yaparlar. Kız çocuklarının eğitim hakkının geri verilmesi için canla başla çalışırlar. Etkinlikler düzenlerler,  röportajlar verirler. Küçük yaşından itibaren babasının kadın ve erkek eşitliğini öğrettiği, demokrasi ve bilimin ışığında yetiştirmeye çalıştığı kızı kendisinin yoldaşı olur.

Seslerini medya aracılığıyla duyurmakta başarılı da olurlar.

Malala takma isimle BBC için blog yazar. Herkes susarken O, Pakistan’da yaşanılanları dünyaya duyurur. BBC muhabiri Malala’dan her gün Pakistan’da neler yaşandığına dair bilgi ister. Bu görev aslında ilk önce okuldan başka bir kıza verilir. Fakat kızın babası itiraz eder ve kızının ölmesini istemediğini söyler. Diğer kızın babasının kabul etmediğini duyan Malala ‘’bunu neden ben yapmıyorum’’ diye sorar. ‘’kutsal kitabımız Kuran’da hakikatin ortaya çıkması ve yalanların ölmesi gerektiği yazar’’ der. İnsanların olanları öğrenmesini ister.

Anne Frank’ın günlüğünden sonra, onca zaman sonra başka coğrafyada bir küçük kız daha tüm korkularını ve gerçekte ne yaşadıklarını anlatmaya başlar.

Günlüğünün ilk bölümü ‘’KORKUYORUM’’ başlığı ile yayınlandı.

Her akşam BBC muhabiri Malala’yı arar ve Malala Ona hissettiklerini ve olan bitenleri anlatır. Günlük endişe dolu satırlarla devam eder: beş okul daha yerle bir edildi, bir tanesi evime yakındı. Taliban bizim okula da saldıracak mı? Renkli kıyafetler giymemiz yasaklandı. Bir adam bana ‘’seni öldüreceğim’’ dedi. Gece boyu top sesleri duydum. Huzur yok. Korkuyorum…

Malala ve ailesi üç ay süreyle vadilerini terk etmek zorunda kalırlar.  Geri döndüklerinde umutlulardı. Ama sokaklarda eski kalabalık yoktu. Evler ve okullar yıkılmıştı. Taliban artık caddelerde yoktu ama varlıkları hissediliyordu. Okullarının asker ve Taliban arasındaki savaşta kullanıldığını gördüler. Her gün bir şeyler öğrendikleri Malala’ya umut veren, geleceğini inşa eden güzel okulunun duvarları kurşun izleriyle doluydu.

Kız çocuklarının tamamen okula gitmesinin yasaklandığı zaman, bu kıştı.

Malala kararını verdi, sesini duyurmak için kameralar önüne çıkacaktı. Blog gizliydi, kameraların önüne çıkmasının nasıl bir tehlike doğuracağının farkındaydı.

Sesini yükseltti, yükselttikçe cesurlaştı. Cesurlaştıkça sesini daha çok yükseltti.

‘’ Oturacak yerim olmasa da, eğitim almak için yerde oturmam gerekse de bunu yapacağım. ‘’ dedi. Artık korkmuyor musun? Diye sordular.

Hayır dedi. Hayır, artık kimseden korkmuyorum.

Kızı mikrofonlardan bağırdı. Babası kürsüden ‘’İslam bizim dinimiz, onlar İslam’ın güzel çehresini lekelediler. İslam’ın kutsal adını siyasi emeller uğruna her kim kirletirse yoluna çıkarız’’ diye defalarca haykırdı. Sessiz kalmadım, sessiz kalamazdım,

Çünkü ben böyle biriyim dedi. Malala da öyle biriydi.

Sessiz kalırsanız var olma hakkınızı yitirmiş olursunuz dediler baba, kız birlikte. Eklediler, yaşama hakkınızı yitirmiş olursunuz.

Her ikisi de ölüm tehditleri alıyordu. Ama onlar ısrarla ‘’ haklarım çiğnendiği halde sesimi çıkarmazsam yaşamaktansa ölmeyi yeğlerim’’ dediler.

Malala için tehlike büyüyordu. Taliban’ın hedefi haline gelmişti. Taliban lideri radyodan ismini duyurdu. Ona ismini veren Malalai kadar belki daha fazla cesurdu. Korkmadı. Çünkü Taliban bile olsa 14 yaşındaki bir çocuğu kimsenin öldürmeyeceğini düşündü.
Ama bu defa yanıldı.
Okula sessizce ve gizlice gitmeye başladılar.

Bir Salı günü öğle vakti Malala okuldan dönerken serviste Taliban militanları tarafından vuruldu. ‘’Malala hanginiz?’’ diyen bir ses. Ardından bir ses daha, hayır gürültü. Tak tak tak…

Malala’nın hatırladığı son şey, ertesi günkü sınav için nelerin üzerinden geçmesi gerektiğiydi.

Kurşun kafasından sekip omzundan çıktı. Sayısız ameliyat geçirdi. Pakistan’da şartların yetersiz oluşundan dolayı onu İngiltere’ye götürdüler. Çok sevdiği vadisinden, babasından, okulundan, annesinden ve kardeşlerinden uzaklara. Araya ağır bürokratik şartlar girdi ailesi yanına gidemedi bir türlü.

Taliban ‘’Batı yanlısı görüşleri’’ nedeniyle saldırıyı gerçekleştirdiklerini açıkladı.

Vurulduktan sonra hızla ismi dünyaya yayıldı.  Ünlü isimler şarkılarını onun için söylüyor, vakfına milyonlarca lira bağış yapıyorlardı. Her dinden, her coğrafyadan insan farklı dillerde aynı inançla Onun için dua ediyordu. Sonsuza dek susturmak istedikleri kız şimdi tüm dünyada ellerinden eğitim hakları alınan çocuklar için konuşmaya başladı. Daha fazla ve daha yüksek sesle. Tüm dünyadaki kadın ve çocukların eşit haklarda yaşamaları ve eğitim görmeleri için savaşmaya devam ediyor. Dünyayı dolaşıyor, kendi gibi eğitim hakkı kısıtlanan, insan hakları ihlal edilen yaşamlara dokunuyor. Savaştan kaçan çocukların gözlerinin içine bakıyor.
Kitabının ilk sayfasına düşen o ilk cümle gibi, ‘’haksızlığa maruz kalan ve sonra da susturulan bütün kızlar… Sesimizi birlikte duyuracağız.’’

Malala bugün ulaştığı tüm hayatlara yaşam dersi veriyor varlığıyla. Umut ve ilham veriyor. Bir mucize olarak gördüğü yaşamında mücadelesine daha kararlı devam ediyor.

BM’de onu kürsüye davet eden adam ‘’Taliban’ın asla duymak istemeyeceği sözleri ben telaffuz edeyim’’ diyor; 15 yaşında Taliban tarafından kafasından vurulan kıza, ‘’16. yaş günün kutlu olsun Malala.’’ diye sesleniyor.

‘’Ben aynı Malala’yım’’ diye başlıyor konuşmasına çok sevdiği Benazir’in şalı omuzlarına düşüyor,

‘’Dünyam değişti ama ben değişmedim.’’

‘’bir çocuk, bir öğretmen,  bir kitap ve bir kalem tüm dünyayı değiştirebilir’’ diyor konuşmasını bitirirken.

Nobel Barış Ödülü’nü alan en genç isim aynı zamanda Malala. Ödülünü alırken düşleri ve amacının hala aynı olduğunu tekrarlıyor,

‘’Ben hikâyemi özel olduğu için anlatmıyorum. Bilakis özel olmadığı için anlatıyorum. Bu hikâye, pek çok kızın ortak hikâyesi. Ben Malala’yım ama aynı zamanda eğitimden mahrum bırakılan milyonlarca kızım, yalnız bir ses değilim, kalabalığın sesiyim. Ve seslerimiz git gide yükseliyor.’’

Malala’nın sesi bugün bir çığlık gibi duyuluyor. Hayat, mücadeleyi asla karşılıksız bırakmıyor.
Malala'nın hayatı bugün bize bir şey gösteriyor. Şunu hep düşünmüşümdür, bazı hayatlar gerçekten diğer insanlara rehber olsun diye yaşanıyor. Bu da cesur kişilere nasip oluyor yalnızca. Karanlığa mahkum olmamak için ışıkları yakmak bizim elimizde. Ve iyiler her zaman kötülerden daha çoğunlukta. Kötüler sadece acımasızlar ve korkudan besleniyorlar. Bu yüzden silahları var, yüreklerinin ve akıllarının savaşmaya gücü olmadığı için. Sonunda iyiler mutlaka kazanıyor, yeter ki vazgeçmesin. Pes etmek üzere olduğumda artık Malala'nın yaşadıklarını da hatırlayacağım.

Kitabını okuduktan sonra belgeselini de izledim. Malala’nın utangaç bakışları kameraya değmeye bile çekiniyordu neredeyse. Ama çocuk ruhunun içini dökerken kameralar önünde sesi nasıl kararlı, gözleri nasıl cesurdu, şaşırıyorum. Gözlerim hafif nemli, hayır sadece şaşkınlık değil, hayran kalıyorum.

Çok sevdiği huzur ve cennet vadisi, hüzün ve ölüm vadisine dönüşen Malala için bir cümle yazıyorum kitabının son sayfasına. Bir gün vatanına kavuştuğunda seni ‘’Cennete Hoş Geldiniz’’ tabelası karşılasın yeniden Malala. Bir dua.

Bugün birkaç internet sitesinde geçtiğimiz aylarda 4 günlük bir gezi için ülkesine gittiğini öğreniyorum. Okulu bittikten sonra ülkesine geri döneceğini ve başbakan olmak istediğini söylüyor. Yoğun güvenlik önlemleri altında dolaşmış vadisinde. Pakistan’ı dünyaya kötü gösterdiğini, ünlü olmanın peşinde olduğunu söyleyen çok kişide var ülkesinde. Bazı insanlar için coğrafya gerçekten fark etmiyor, beyin aynı işliyor. Dünyanın desteğini ve duasını da almış olsa işi hala hiç kolay değil.

Sosyal medya hesabından vadisinin kahverengi, yeşil bir fotoğrafını paylaşıp altına ‘’Bana göre dünyanın en güzel yeri’’ yazmış.

Bir fotoğraf daha var. Evlerinin önünde annesi, babası ve kardeşleriyle beraber.
Gözlerim,  ‘’Ramazan’da bahçemize ektiğim mango ağacına ne olduğunu çok merak ediyorum. Gelecek nesiller meyvelerin tadını çıkarabilsinler diye ağacı sulayan birileri var mıdır acaba?  satırlarını arıyor. Ağacı sulamışlar mı? Ona ne olduğunu bende hala çok merak ediyorum.

Bir çocukken yurdunda hayatına kastedilen o kız, 4 gün sonra, geri dönmek üzere tekrar gitti.

Ama döndüğünde vadisinde hiçbir çocuk bir daha gitmek zorunda kalmayacak, inanıyorum.

‘’Dünyada tüm kültürlerde ortak bir inanış mevcuttur. Bu inanışa göre, çocuklar çocukluklarını yaşamalıdır.’’  

Nobel Barış Ödülü, Malala’ya takdim edilirken söyleniyor bu iki cümle,
Hemen arkasına ‘’ve kendi vadilerinde yaşamaya hakları vardır çocukluklarını’’ diye ekliyorum. 

Vatanından, yaşamlarından ve çocukluklarından koparılan tüm çocukların anısına.
Sesimizi birlikte duyuracağız!


0 yorum