İKİZLER • TESSA DE LOO

Tessa De Loo

Anne Frank’ın Hatıra Defteri’ni bitirdiğim akşam elim başka kitaba gitmedi. Anne Frank, kalbimi öyle doldurmuştu ki yerini bir süre farklı karakterler alamayacaktı. Anne’nin  SS subayını gördüğü andaki hayal kırıklığı gözlerimin önünde yaşanmış gibiydi. Gözlerinin içindeki öfke ve acıyı görebiliyordum. Karşımda o günkü haliyle capcanlı dikiliyordu sanki.

Kitabı kapatır kapatmaz ardından Anneden bahseden yazıları okumaya başladım. Onun hakkında ne kadar yazı varsa hepsini okuyabileceğimi düşünüyordum. Yazıların peşinden belgeseller ve birkaç video daha... Zihnimden ve kalbimden Anne’nin hatırası silinecek korkusuyla.

O akşamın ertesi günü de aynı şekilde devam etti.  Başka bir kitap seçememiş,  Anne için yazacağım yazıya uygun kelimeleri düşünüyordum. Tek derdim kelimelerim Anne’yi incitmesindi.

Bir ara hislerimle kelimelerimi yalnız bıraktım. Masamın karşısındaki duvarda yaslanmış kırmızı metal dolaba doğru yaklaştım. İçinde üst üste yığılı kitaplara takıldı gözlerim. Belki cümlelerime yoldaş olabilecek birkaç satır bulabilme umuduyla baktım.
Aynı yayınevinden çıkmış siyah kapaklı klasiklere bir göz attım. Arka kapak yazılarını okuyor sonra aldığım yere tekrar bırakıyordum.  Hiç dokunmamışım gibi öylece duruyorlardı.
Siyah kapaklı bir kitap daha geldi elime. Ama klasik değil. Zaten onu aldığım yere de tekrar bırakamadım. Ortadan ikiye keskin bir çizgiyle bölünmüş kapak resminde, biri siyah diğeri beyaz elbiseli iki kız çocuğuyla göze geldik. İki gündür en iyi tanıdığım hayal kırıklığıyla dolu gözlerle baktılar bana, benzer acıyla. Artık nerede biri bana böyle baksa tanırım.

İki küçük kızın hemen üzerinde iri puntolarla İkizler yazıyordu. Haklarında öğrendiğim ilk şey. Arka kapak yazısını okumak için elimde çevirdim kitabı, daha fazlasını öğrenme merakıyla.
Acıları benzerdi Anne Frankla çünkü hikâyeleri ortaktı. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından yıllar önce hem annelerini hem babalarını kaybeden Lotte ve Anna’nın hikâyesi de savaşın getirdiği acılarla doluydu.

1925 yılının Almanya’sında huzurlu ve mutlu bir yaşam sürdüren Anne ve Lotte için bu hayat sadece altı yaşlarına kadar devam edecektir. Önce annelerini sonra babalarını kaybeden ikiz kardeşlerin mutlu yaşamları geçmişte kalacaktır. Öksüz kalan kardeşlerden hasta olan Lotte zengin akrabalarının yanına Hollanda’ya gidecek orada eski sağlığına kavuşacak ve sevgi dolu ortamda büyüyecektir. Anna’nın kaderi ise bambaşka seyredecektir. Köyde amcasının yanında kalan Anna zorlu koşullarda, aşağılanma ve dayaklarla büyüyecek, okula gitmesine dahi izin verilmeyecektir.
Hayata aynı anda başlayan ikizler için hayat birbirinden farklı dünyalarda, bambaşka kaderlerde devam edecektir. Fakat birbirlerini de asla unutmayacaklardır.
Kalplerinin bir köşesinde yaşamları boyu birbirlerinin adını taşıyan ikiz kardeşleri, tüm sular durulduktan ve acılar dindikten sonra; mutluluk da artık çok önemli değilken kader bir kez daha bir araya getirir. İki yaşlı kadın olarak yolları yıllar sonra tedavi amacıyla gittikleri kaplıcada kesişir. Anna ve Lotte için bu karşılaşma yılların hesaplaşması olacaktır.

İki yaşlı kadın zamanda bir yolculuğa çıkarlar. Biriktirdikleri ne varsa ömürlerine dair yaşamlarının sonunda birbirleriyle paylaşacaklar. Kendilerini ayıran hayata inat beraber omuzlarcasına tüm yüklerini birbirlerinde teselli arayacaklar. Yürüdükleri yollarda dizlerine batan dikenleri yüzlerindeki çizgilerin ardına saklayacak, yolun sonunda teselliyi yine kardeş olmakta bulacaklar.

İki küçük kız kardeşler ayrı ülkelerde yaşamlarına devam etmeye başladıklarında ayrı bir hayat düşlemiyorlardı elbette. Birbirlerinden haberdar olmalarının tek yolu vardı; mektuplaşmak. Gelecek mektup için günlerce, haftalarca, aylarca beklediler. Fakat yıllar geçti ne bir mektup, ne de bir haber geldi ellerine. Çünkü mektuplar yazılıyor fakat postalanmıyordu. Anna’nın elinde bir adres bile yoktu. Çaresi Lotte’den gelemeyecek(!) mektubu beklemekti. Lotte’nin mektupları ise tozlu bir kutu içinde koparılan takvim yaprakları gibi birikiyordu. Mektupları saklayan Lotte’nin üvey annesi bir şeyi unutuyordu; mektuplar yıllanacak ama asla eskimeyecekti.

Yıllar geçiyor, küçük kızlar büyüyordu. İlk gençlik yıllarında Lotte sürekli övgü ve beğenilerin odağında özgüvenli ve güzel bir genç kız olarak ilk aşkını da hemen o yıllarda buluyor. Anna için ise yıllar çok ağır geçiyor, okula gitmenin hayali kalbini yakıyordu. Amcasının dayaklarından ve bu küçük dünyadan kurtulmanın yolunu arıyordu.

Amcasından öldüresiye dayak yediği bir gün papaz Anna’ya nihayet el uzatıyor. Ona sahip çıkıyor ve amcasının elinden kurtarıyor. Anna tamamen iyileştikten sonra hizmetçilik yapmak için birkaç evde çalışıyor.

Lotte ise o anlarda kitapların arkasına saklanmış tozlu kutuyu buluyor. İçinde Anna’ya yazdığı postalanmamış mektuplar..

Gençlik dönemlerine denk gelen 2.Dünya Savaşı ve Nazi yılları iki kardeşinde hayatlarında onulmaz yaralar açacaktır.

Savaş yılları ve Nazi döneminde iki ayrı kutupta yer alan ikiz kardeşlerin aldıkları yaralar aynıdır. Lotte, sevdiği adamı toplama kampında, Anna sevdiği adamı orduda kaybedecektir. Fakat Lotte için bunu kabullenmesi kolay değildir. Çünkü sevgilisini Almanlar yani Anna’nın tarafı öldürmüştür. Anna ise katil ve suçlu olmadığını ikiz kardeşine ispatlamak derdindedir.

Lotte’ye göre çok daha zor bir hayat yaşamış fakat her zorlu yolun sonunda direnen insanlara has o tebessümü yüzüne takmış Anna, ömürlerinin son zamanlarında ikizini her an ‘’kardeş’’ kaldıklarına ikna edecektir. Anna kardeş olmanın ötesinde, kardeş kalabilmek için verdiği mücadelesini ömrünün sonunda kazanacak, ardından kalbimi de.

Nazi dönemini Almanların cephesinden anlatan kitapları okumayı da çok seviyorum. Özellikle Hans Fallada bu konuda en başarılı bulduğum yazarlar arasında. Savaş yıllarında evlerinden yurtlarından olan, sevdiklerini kaybeden Yahudilerin dışında karşı taraftaki Almanların da aynı zorlukları ve kayıpları yaşadığını anlatan eserler bize tek bir şey anlatmaya çalışıyor, Savaşın kazananı yoktur..

Kitabın hemen peşinden filmini de izledim. Normalde kitaptan çekilen filmleri kitaba göre hep başarısız bulmuşumdur. Durum farklı olmayabilir ama ben filmi kitabından bağımsız, kitapta girdiğim dünyayı aramayarak izlemeye başladım. Bu sebeple midir bilmiyorum, filmi de ayrı olarak çok beğendim. Sanırım bunda ‘’kardeş’’ temasının etkisi büyük. Kardeş olmanın dayanılmaz bağlılığı.

Kardeş kalabilmenin sonsuz güveniyle... Tüm yorgunluklar sona erecek.


0 yorum