ANNE FRANK'IN HATIRA DEFTERİ


Kitabın kapağını usulca kapatıyorum, Anne Frank’ın hatırasını incitmeye korkarak. Akşamüzeri. Kitabı kapatırken gözlerim takvime kayıyor. Anne Frank’ın günlüğündeki tarihlere son yaprağı ben eklemek istiyorum. Baharın son günü, 31 Mayıs 2018. Günlerden Perşembe. Kapattığım kitabı tekrar elime alıyorum, Anne’nin herhangi bir 31 Mayıs gününde ne yaptığını merak ediyorum. Sayfalar arasında sadece bir tane 31 Mayıs tarihi varmış. Bundan 74 yıl önce bugün, baharın son günü Çarşambaymış. ‘’Ben hala sıcağa dayanamıyorum, bugün hava güneşli ama iyi bir esinti var. Neyse ki buna seviniyorum’’ yazmış. Hava bugün de sıcak. Ama ben sevinemiyorum. 31 Mayıs 1944 Çarşamba tarihinin yanına not düşüyorum, 1944 yılının son bahar günü, Anne’nin son baharıymış.

12 Haziran 1942, Anne tarihe hatırasını kazımaya başlıyor. ‘’Şimdiye kadar kimseye açmadığım her şeyimi sana açabilmeyi umuyorum. Umarım sen benim için büyük bir huzur ve destek kaynağı olursun.’’ diye yazıyor günlüğünün ilk sayfalarına, doğum gününde başlatıyor hikâyesini. 1 Ağustos 1944 yılına kadar devam edebiliyor.

Günlüğünü ise tek cümleyle tarif ediyor, ‘’Kâğıt insanlardan daha sabırlıdır.’’ Ben de diyorum ki, Anne tüm kız çocuklarından daha güçlü ve dayanıklıdır. Anne’yi arzu ettiği biçimde anımsıyorum.

On üç yaşındaki bir kızın olağan hayatı gibi başlıyor Anne’nin hikâyesi de. Okul arkadaşlıkları, kız rekabetleri, abla kardeş çekişmeleri, annesine olan öfkesi, babasına olan aşkından bahsediyor.

1940 yılının Mayıs’ından sonra ise iyi günleri tepetaklak oluyor Anne’nin deyimiyle. Önce savaş, ardından teslimiyet,  Almanların egemenliği. Ve Yahudiler için sıkıntıların, zulmün başlangıcı. Ardından yasaklar: Yahudiler bisikletlerini teslim etmeliler, Yahudiler tramvaya binemezler, özel dahi olsa arabaya bile binemezler, Yahudiler akşam sekizden sabah altıya kadar sokağa çıkamazlar, Yahudiler tiyatro, sinema ve diğer eğlence yerlerinde duramazlar, Yahudiler halka açık yerlerde spor yapamazlar, Yahudiler Hıristiyan evlerine giremezler… Anne yazmaktan yoruluyor yasakları sonra ben okumaktan. Bunlara benzer birçok şey diyor. Kestirip atıyor. Hayatımız diyor, ‘’o yasak bu yasak’’ diye böyle devam etti.

Ve yasakların sonrası malum, tarihin karanlık yüzü; toplama kampları.

Tarih 8 Temmuz 1942 olduğunda ise Frank ailesi için savaş gerçek yüzünü asıl şimdi gösteriyor. Henüz 16 yaşındaki ablası Margot’un, SS’lerden gelen bildiri ile toplama kampına götürüleceği söyleniyor. Ama Margot gitmeyecek!

Çareyi baba Otto Frank zaten bulmuştu, Saklanmak!  

Gün bitmeden son paragrafta toplanmamış yataklar, masada kahvaltı artıkları, kedi için mutfakta yarım kilo et… Tüm bunlar Frank ailesinin alelacele gittiği izlenimini bırakmak içindi.

Anne, mevsimlerin ne getireceğini bilemediğinden üzerine kat kat elbiseler giyer Arka Ev’e doğru yolculuğa çıkarken. İki gömlek, üç pantolon ve bir elbise, bunlara ek olarak da etek, manto, yazlık mont, iki çift çorap, kalın ayakkabı, bere, şal ve daha bir sürü şey.

Anne Frank ve ailesi ikinci dünya savaşı yıllarında Nazi’nin Yahudilere karşı yaptığı zulümden kaçarak çareyi babasının işyerine saklanmakta buldular. Nazi’nin en acımasız ve en kanlı döneminde sığındıkları bu yere Anne ‘’Arka Ev’’ ismini verir. Burada geçirdiği süre boyunca günlüğüne yaşadığı ruhsal ve fiziksel değişimlerini, ailesini ve beraber saklandıkları diğer Yahudiler ile olan ilişkisini anlatır. Radyo haberlerinden aldığı gelişmeleri de an be an aktarır.

Savaşın yorgun ve acımasız yükünün altında iki yıllık bir esaret hayatı başlar Frank ailesi için. 263.numaralı apartmanın çatı katında bir kitaplığın ardındaki gizli bölmede yaşama tutunmaya çalışırlar. Dışarı çıkmaları, pencerelerden bakmaları yasak. Kimsenin onları duymaması ve görmemesi lazım. Ve bu belirsiz saklambaç oyunu tam 25 ay sürer.

Anne, Arka Ev’de umutlarını, hayallerini, korkularını, görmek istediği yerleri, yapmak istediklerini, öfkesini ve sevgisini büyük bir arzuyla yazmaya başlar. İleride büyük bir gazeteci sonra yazar olmak ister. İlk kitabının ismi Arka Ev olacaktır.

Ufacık bir kız çocuğu olarak başladığı bu serüven onu daha çok düşünmeye ve öğrenme isteğine itecektir. Dünyayı değiştirebileceğine inanır. Yaşına rağmen öyle olgun fikirleri vardır ki, bazen kurgu mu? diye hayrete düşürebilir.

Arka Ev’de yaşam tüm kısıtlı imkânlara rağmen Anne için şükür etme sebebidir. Bu imkânlara sahip olamayan milyonlarca insan vardır. O küçük gizli bölmede yaşamlarını devam ettiren insanlar gülmek ve mutlu olmak için hep bir sebep bulurlar. Çünkü umut etmeleri gereken bir şey vardır. Savaşın bitmesi ve özgürlüklerine kavuşmak gibi.

İnsanın acı eşiği ne kadar yüksek. Ve umut sen her acının ilacı.

Anne, o gün o zorlu şartlarda bile eğitimine asla ara vermez. Tarih kitapları okur, matematik çalışır, öykü yazar. Küçük yaşında edindiği zor tecrübelere, kapanıp kaldıkları bu deliğe ve önündeki belirsiz sürece rağmen Anne umut etmekten hiç vazgeçmez.

Ta ki, 1 Ağustos 1944 Salı gününün son satırına kadar.
Çare arıyorum… cümlesinin hemen altında
 ‘’Anne’nin hatıra defteri burada bitiyor’’ yazar.  

O yaz gününün birkaç gün sonrası 4 Ağustos sabahı, saat on ile on buçuk arası, Prinsengracht sokağı 263 numaralı evin önünde bir araba durur. İçinden üniformasıyla bir SS subayı iner.

Anne’nin cümleleri biter.

Savaşın getirdiği tüm korkuları ve üzüntüleri bir kız çocuğunun gözünden dünyaya haykıran Anne,

‘’Hatıra defteri tutmak benim gibi biri için tuhaf bir duygu. Yalnızca daha önce hiç yazmadığımdan değil. İleride ben de dâhil hiç kimse on üç yaşında bir kızın içinden geçenlerle ilgilenmeyecek gibi geliyor.’’  derken kısacık ömründe bir kez yanılır.


0 yorum